ŞAH HATAYİ (Şah İsmail) (1487 – 1524)

ŞAH HATAYİ (Şah İsmail) (1487 – 1524)

Gülden terazi yaparlar
Gül alırlar gül satarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül

Gülden değirmeni döner çarkı
Pirin eteği güldür gül

Hatayi

Tekkeden Devlete Safevi Devleti ve Şah İsmail Hatayi

Anadolu’da Ütopik Sosyalizmin kökenleri araştırılırken, anlatacağımız önemli önder ve fikir adamlarının yetiştiği ortamı ve onların bilinçlerini oluşturan koşulları anlatmamız gerekmektedir. Tarihsel Materyalizm, insanları yetiştikleri somut koşullardan koparıp anlatmanın, onları şekillendiren koşulları es geçmenin yanlış bir tarihsel anlatım olacağını tespit etmektedir. Biz de anlatımımızda önemli etkiler olarak düşündüğümüz bölümleri vurgulayarak anlatmayı uygun buluyoruz. Böylece kaynaklarda cümle aralarına sıkıştırılan bu önemli ayrıntılar, konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Batıniliğin Temellerini Atan İki Büyük Tekke

Erdebil Tekkesi Batıni geleneğin iki büyük tekkesinden biridir. Diğer tekke ise Hace(Anlatıcı) Bektaş Tekkesi’dir(1). Erdebil Tekkesi kuruluşunda Sünni Şerri İslam geleneğine yaslanarak kurulmuştur. Zaman içerisinden Arap Milliyetçiliğine dayalı , sınıflı bir din olan İslam’ın katı şerri hükümleri karşısından sınıflara bölünmemiş karındaş hukukunda yaşayan Türkmenlerin devletten kopup tekkelere sığınması ile birlikte kendi hukuklarını kapalı bir tekke topluluğu içinde yaşamaya çalışmaları, Erdebil Tekkesini de değiştirmiştir. Türkmenler yeni dine geçmemek için 200 yıl mücadele etmişler, ama sonunda kitleler halinde kabul etmek zorunda kalmışlardır.
İslam’a geçişle birlikte mücadele şekil değiştirerek eski kültürlerini, özlerini kaybetmeme mücadelesine dönüşmüştür. Doğadan öğrendikleri Gök Tanrı ve Şaman Dini gibi eşitlikçi toplum dinleri ile yeni dinleri sınıflı İslam Dini arasında bocalayarak karışık bir dini formasyon olan Batıni geleneğini yaratmışlardır. Türkmenler konup göçtükleri yerlerde aldıkları Budizm , Zerdüşt Dini gibi dinsel formasyonlardan etkilenerek özellikle Uygur Türklerinin oluşturduğu Budizm ile Hıristiyanlığın bir karışımı olan Maniheizm Dininin etkileriyle İslam’ı kendilerince yorumlayıp karmaşık bir dinsel formasyon ortaya çıkarmışlardır.
Tekkelerde bu formasyon, eşitlik içinde mülke değil bilgi ve tecrübe ile yönetim kademesine gelinen bir sistem oluşturmuştur. Tekkelerin çevresindeki halka destek ve bilinçlendirme çabası, küçücük bir tekkeden koskoca bir devletin ve büyük bir uygarlığın doğuşuna kadar ilerleyerek Safevi Devleti kurmuştur. Çağındaki diğer devletlere karşı bilim, sanat, edebiyat, mimari ve kültür açısından çok ilerde bir uygarlık olmasının yanında çağına göre eşitlikçi ve yönetimde demokratik bir sistem kurmuşlardır. 400 yılı aşkın bir dönem Ortadoğu topraklarına huzur ve bolluk sağlamışlardır.

Erdebil Tekkesinden Safevi Devletine Giden Süreç

Safevi Devletine giden yolda Şah İsmail’in ailesi ve bu ailenin tarihsel sürecini şöyle anlatabiliriz. Safiyuddin İshak ‘ın ataları ‘ “Hicretin altıncı yüzyılında felsefe ile derinden ilgilenen Batıni felsefesine büyük merakı olan bir abid ( ibaded eden) ve zahid( ibadetle uğraşan) ve köşenişin ( inzivaya çekilmiş); Zerin Külah ( Kızıl Börk) Feruz Şah adlı Azeri ve Türkmen bir ademin soyundan gelmektedir.” (2) O dönem her ne kadar seyitlik önemli olduğu için soylarını Musa’yı Kazım ‘a dayandırıp peygamber sülalesinden geldikleri iddia etseler de Arap kökenli değil Azeri ve Türkmen’lerdir. Şeyh Safi’nin hayatına dair yazmalarda kendisinden ‘Türk Piri’ ve ‘Türk Genci’ diye bahsedilmekte ve Türkçe ‘Kara Mecmua’ adlı felsefi eserinin Safevi Hükümdarlarının hazinesinde önemle saklandığı bilinmektedir.(3) Bu da bu savı kanıtlar niteliktedir.
Safiyuddin İshak 1252-1253’de Erdebil’de doğdu.Çocukluğundan itibaren ciddi ve arkadaşsız bir çocukluk geçirdiği tasvir edilir. Erdebil uleması içinde kendi eğilimine uygun bir mürşid bulamadığı için ve iyi bir öğrenim verdiğini duyduğu Şeyh Necmeddin Buzguş’tan eğitim almak için Şirvan’a gitti. Şirvan’a ulaştığında Şeyh ölmüştü. Onun müritlerinden Rükneddin Beyzavi ve Amr Abdullah, ona Halvetiye tarikatının piri olan Şeyh Zahid Geylani’yi önerdiler. Onu dört yıl arayıştan sonra Hilya- Kıran’da buldu. Şeyh onu iyi karşıladı ve 1277’de kızı Bibi Fatma ile evlendirip ölünceye kadar yanından ayırmadı. 1301’de vefat edince şeyhin vasiyeti gereği Şeyhlik Safiyüddin’a intikal etti. Geylani müritleri ona bağlandı.
Tekkenin dışındaki olaylarla ilgilenmeyen diğer şeyhlerin yerine Safiyüddin ayrı bir yol izledi. Mezhebi konusunda merakları boşa çıkacak şekilde Şeyh’in müritleri arasında Şafilerin, Hanifilerin, Şialar ve Mevleviler gibi geniş bir yelpazenin yanında birçok Budist; Hıristiyan ve başka inançtan insanların olduğu bilinmekteydi. Şeyh tasavvufi , arifane ve felsefi meseleleri çözümünde Hz.Muhammed’e dayandığı gibi Hz.İsa’ya da dayandığı takiyyeyi aşarak serbest düşünceye yönelen birçok yargılar bulunuyordu. Ayrıca din ve mezheplerin düşüncelerini taassup ( bağnazlık) olarak yakalaştığı biliniyor. (4) Böylece Şeyh Safi’nin dinler ve mezhepler üstü davranışları, ününü kısa zamanda artırıp her düşünceden insanı çevresine toplamıştır. Bunlar arasında ünlü yöneticiler de vardır. Sultan Ebu Said, Emir Çoban gibi devlet adamları Cengizhan oğulları bile onun karşısında saygıyla eğiliyordu. Erdebil zulümden kaçan mazlumların sığınağı haline gelmişti. 1334 yılında Hac’dan döndükten birkaç gün sonra 82 yaşında vefat edip dergahın avlusuna gömüldü.
Yerine 1334’te oğlu Sadreddin Musa (1305’te doğdu.) geçti. 1393 kadar tam 32 yıl şeyhlik yaptı. Zamanında Safevilerin nüfuzu daha da arttığı 1337’de Altınordu Hakanı Can Bey Han Sadreddin’le görüşmeye geldi. Yerine oğlu Şeyh Hoca Alaaddin Ali Sultan geçti. Timur Anadolu’dan dönerken onunla uzun uzun konuştu ve hayır duasını istedi. Hükümdar ‘Benden bir istediğin var mıdır ?’ diye kendisine sorunca, beraberinde götürdüğü esirleri ve Türkmenleri kendine bağışlamasını istedi. Ayrıca Erdebil ve ona bağlı köylerin her türlü ‘tekellüften muaf tutulacağının” vaadini aldı.Serbest bırakılanların bir kısmı memleketlerine döndü. Diğerleri topluca bir mahalleye yerleştirildi. Yerli halk bunlara, Anadolu’dan gelenler anlamında ‘Rumlu’ demeye başladılar. Erdebil ve yöresine kimsenin el uzatmayacağı haberiyle birçok esir kaçıp buraya sığındı. Bütün himayesine girenler tekkeye içtenlikle bağlanıyor, kendilerine verilen her türlü görevi gerekirse canları pahasına yapıyorlardı. Tekke’nin ünü süratle Batı’da Suriye, Irak, Anadolu’nun Doğu ve Güney kesimleri; Doğuda İran Belh ve Buhara’ya kadar geniş bir sahaya yayıldı. Gelen ziyaretçilerle irtibat kuruluyordu.
Gelemeyenlerle irtibatı adına ‘halife’ denilen özel yetiştirilmiş propagandacı müritlerle sağlamaktaydı. Bunlar Erdebil tekkesine sürekli armağan ve bağışta getiriyorlardı.Şeyh Hoca Alaaddin Ali 1429’da Kudüs’te öldü ve Mescidi Aksa’ya gömüldü. Taraftarları başlarına 12 dilimli kızıltaç (börk) giyiyordu.Ama bunun nedeni Ali taraftarlığı değil Türkmen geleneğinden Batıni bir özün ağır basmasından kaynaklanmaktaydı.
Erdebil tekkesinin, Timur soyundan gelenlerin üzerindeki nüfuzu bilen Anadolu’daki Batıni zümreler arasında bu yeni anlayış yani Kızılbaşlık süratle yayıldı. Alaaddin Ali ‘nin oğlu İbrahim’in 18 yıl şeyhliği süresince Kızılbaşlık siyasi bir hüviyet kazandı. 1447’de ölen İbrahim’in oğlu Cüneyt, bu düşünceyi eyleme dönüştürüp şehir şehir dolaşmaya başladı. Gidemediği yerlere halifelerini gönderip onları Kızılbaşlığa davet etti. Hükmünün geçtiği yerlerdeki halkı baskıcı Sünni Şeriatçı hükümetlere karşı isyana teşvik etti. Şeyhlik meselesi yüzünden amcasıyla arasının açılması ve etkin olduğu Karakoyunlu Devleti’nin onun nüfuzunu kırmak için amcasına destek vermesi sonucu Erdebili terk etmek zorunda kaldı. Doğruca Sivas’a geldi. Halifeleri aracılığıyla padişaha başvurup Kurtbeli’nde oturma izni istedi. Osmanlı bu halifelerini ‘Bir tahtta iki padişah sığmaz’ deyip geri çevirdi.
Cüneyt Karamanoğlu İbrahim Bey’e sığındı. Geçici bir süre için Konya’da ikametine izin verildi. Şeyh Sudrettin Konyavi zaviyesinde misafirliği sırasında zaviyenin Şeyhi Abdüllatif Mahdisi ile yaptığı sohbetlerden birinde ‘Kurandaki Hz. Ali ile ilgili Ehli Beyti öven ayetlerin Kurandan kasten çıkarılmış, onların yerine sonradan uydurulmuş yeni ayetler konduğunu veya böyle olabileceğini’ öne sürmesi Şeyh Abdüllatifi ayağa kaldırdı. Onu Konya beyine şikayet edince Şeyh Cüneyt, Teke iline doğru yöneldi.
Karamanoğlu İbrahim Beyin adamları tarafından izlendiğini haber alınca, yakalanmamak için süratle yolunu Suriye’ye çevirdi. Niyeti Memlükler yönetiminde olan Kuzey Suriye’de hem barınmak, hem de taraftar kazanmaktı. Memlük Sultanı; Cüneyd’in yakalanması için Halep Valisine emir verdi. Cüneyt eşyalarını toplama fırsatı bile bulamadan kuzeye geçti. Kızılbaşlığı benimseyenleri toplayıp Trabzon’daki Rum Devleti’ni ortadan kaldırıp, Trabzon’u kendine yurt edecekti. Trabzon’a saldırdı. Rumları yendi ama şehre giremedi. Fatih Rumları haraca bağlamıştı. Kendi tebaası olan Rumları korumak için Sivas Valisine bir emirle Cüneyt’i yakalama görevi verdi. Cüneyt, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına sığındı. Uzun Hasan her ne kadar müritlerinden çekinse de Karakoyunlu Cihan Şah’a karşı onlardan yararlanmayı düşünüyordu. Bu düşünceyle Cüneyt’e iltifat da bulunarak kız kardeşi Hatice Begüm’ü Cüneyt’e verdi. Cüneyt her türlü hazırlığını devam ettirip Erdebil’e döndü. Amcası Cafer ve Karakoyunlu Cihan Şah ona engel olamadı. Şeyh Kuzeydeki Çerkes’lere saldırıp ganimet alarak güçlenmek ve Kızılbaşlığı yaymak için zemin hazırlamak istedi. Yaptığı savaşta Cüneyt yenildi ve kalbine isabet eden bir okla öldü.
Kızılbaşlar yine yenilmişler ama bu sefer dağılmamışlardı. Çabucak bir araya gelip Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Beğüm’den doğan Haydar’ın etrafında toplandılar. Cüneyt’in Haydar büyük bir oğlu olmasına rağmen, halk Haydar’ı başa geçirdi. 1468 de Akkoyunlular Karakoyunlular’a üstün geldi. Cihan Şah ile oğlu Hasan Ali öldüler. Karakoyunlu devleti Akkoyunluların eline geçti. Haydar, Uzun Hasan’ın kızı Alem Şah (Halime Beğüm) ‘la evlendi. Bundan üç oğlu dünyaya geldi; Ali Sultan, İsmail ve İbrahim.
Haydar vakit geçirmeyi ve askerlerinin hareketsizliğini doğru bulmuyordu. Kiminin atı, kiminin silahı olmamasına rağmen babasının öcünü almak düşüncesiyle Kafkas kavimlerine saldırdı. Çerkesleri yenip bol ganimetle döndü. Ertesi yıl aynı akını yeniden düzenledi. Şirvan Şahı Ferruh Yesar kaleye kapanıp savunmaya geçti. Akkoyunlu Sultanı Yakup Bey’den yardım istedi. Uzun Hasan’ın damadı da olsa güçlenmesi istenmediğinden Yakup Bey’le savaşa tutuştular. Haydar’ın savaşta attan düşünce boynu kırıldı ve öldü. Safevi ordusu dağıldı. Yakup Bey, Safevilerin düşmanlığını büsbütün üzerine çekmemek için Haydar’ın çocuklarına dokunmadı, Şiraz Valisi Mansur Bey Purmak’ın yanına göndertti. O da üçünü birden İstahr Kalesine hapsetti. Uzun süre burada kaldılar. Akkoyunlular arasında tahta kavgaları sürüp gidiyordu. Sonunda Rüstem Bey diğerlerini bertaraf etti. Fakat Sungur’un fırsat bulduğu an karşısına çıkacağını gözden uzak tutmayan Rüstem Bey, Uzun Hasan gibi Safevi taraftarlarından faydalanmak düşüncesiyle üç çocuğu hapisten çıkardı.
Babasının yerine Safevi Şeyhi olan Sultan Ali; Sungur’la yaptığı iki savaşı da kazandı.Bu başarıdan ötürü Tebriz halkı onu çoşkulu bir törenle karşıladı. Gerek bu başarısı, gerekse müritlerinin birdenbire çoğalması Rüstem’in gözünü korkuttu. Bir bahane ile diğerleri gibi onu da ortadan kaldırmayı tasarladı. Rüstem’in kendisine karşı soğuk davranmasından şüphelenen Sultan Ali , iki kardeşini yanına alıp Erdebil’e kaçarken, Rüstem arkasından yetişti ve her türlü olasılığa karşı İsmail’le İbrahim’i Erdebil’e gönderip , Sultan Ali’yi öldürdü. (1493)

Şah İsmail’in Hayatı

Safevi ailesine bağlı müritler, bazı kargaşalardan yararlanıp İsmail’i Hz. Ali soyundan olduğu için saygıyla saklayacağını düşündükleri Geylan Hükümdarı Karkeya Mirza Ali’ye teslim etti. Karkeya Mirza Ali ona iyi bir eğitim alması için hocalar tuttu. Rüstem Bey, Kareya’nın topraklarında olduğundan şüphelendiği Şah İsmail’i adamlarına takip ettirdi. İzini bulamamasına rağmen şüphelerini gidermek için bizzat Karkeya’ya gelip, kendi topraklarında olup olmadığına dair yemin etmesini istedi. Karkeya Şah İsmaili’i bir ağaca çıkartıp, İsmail ‘bu toprak üzerinde değil’ diye yemin verdi. Şah İsmail bütün takip ve aramalara rağmen 6 yıl daha bu topraklarda kaldı.
Akkoyunlu Rüstem Bey Güde Ahmet Bey tarafından öldürüldükten sonra ülkede taht kavgası çıktı ve ülke ikiye bölündü. Bu kargaşada Akkoyunlular kimseyle uğraşacak durumda değillerdi. İsmail, Geylan’dan ayrılıp Hazar Denizi yakınındaki Tarum’a geldi. Anadolu ve Şamlu Türkmenleri etrafına topladı. Oradan Halhal’a, daha sonra da Erdebil’e geçti.Buranın valisi Sultan Ali Bey’in onu uyarması üzerine Ercuvan’a geçip kışı orada geçirdi. Karlar eriyince batıya yönelip Saat Çukuru, Kağızman, Erzurum ve Tercan’ı takiben Sarukaya yaylasına geldi. Daha önce kendilerine haber gönderilen Tokat, Amasya ve Sivas yöresindeki Kumlu, Şamlu, Ustaçlu aşiretleri,beyleriyle birlikte İsmail’in emrine girdiler. Daha sonra Teke(Antalya) Yöresi dahil, en çok Çorum ve Yozgat’ın Bozok Türkmenleri gelerek katıldılar. Osmanlı tarafında bu durum II. Beyazıd’ın yaşlandığı için Erzincan’a bu kadar kolay geçildiği çalkantısını yarattı. Osmanlı ordusu bu sırada Modon ve Korun kalelerinin fethiyle uğraşıyordu.
Şah İsmail 1501 yılında Erzincan’dan ayrılıp Gürcistan üzerinden Şirvan’a yürüdü. Şirvan Şahı Ferruh Yesar’ı, kendisinden silah ve asker olarak güçlü olmasına rağmen yendi.Kışı Mahmut Abad’da geçirdi. Ordan Gülistan Fethine giriştiği sırada kale komutanı Akkoyunlu hükümdarı Elvend’le karşılaşıp çetin bir savaş sonunda onu yendi. Fakat Dulkadirli , Ustaclu, Şamlu, Bayburtlu, Tekili, Rumlu, Karamanlu beyleri başta olmak üzere çok kayıp verdi. Azerbaycan’ı tamamen aldıktan sonra Tebriz’de tahta çıkıp şahlığını ilan etti. On iki imama adına hutbe okuttu. Ezana Aliyyü’l Veliyullah sözcüklerini de kattı. Böylece Safevi Kızılbaş Devleti resmen kuruldu ve kendisi Şah İsmail adıyla anılmaya başlandı.
Osmanlı bu yükselişten şüphelenerek ülkesindeki Türkmenlere yasak getirip , desteği kesmeye çalıştı. Ama Anadolu’daki yerleşik veya konar ? göçerlerin kitleler halinde Erdebil şeyhlerinin yanına koşmalarında elbetteki geçerli nedenleri vardı. Halifelerin propaganda esnasında ‘Erdebil’e gidenlerin bolluk içinde yaşacağı ‘ sözleri fakir Türkmenler arasında umut verici ve ikna edici oluyordu.
Dulkadirli Alaüddevle 1508’de ortada hiç sebeb yokken Şah İsmail’in elçilerini öldürdü. Şah İsmail ordusuyla Dulkadir topraklarına girdi. Osmanlı ve Memlükler’den destek isteyen Dulkadir Beyine yardım gelmeyince Alaeddevle yenildi. Anadolu’nun önemli bölümü eline geçti. Diyarbakır hakimi Emir Bey kendisine ilhak etti.
1510 yılında Şah İsmail Horasan’ı alırken Anadolu’da Şah Kulu Ayaklanması gerçekleşti. Asıl adı Karabıyıkoğlu Hasan olana Şahkulu, İsmail’in babası Haydar zamanında halife olup Teke yöresine gönderilmişti. Burada bir mağaradan hiç çıkmayıp dua eden Şahkulu, zaman içinde Osmanlı Padişahı II. Beyazıd tarafından hayır duası için 7000 akçe ile ödüllendirilmişti. Yiğit ve cesur bir Türkmen olan Şahkulu bilgisiyle de Türkmenler arasında ün salmıştı. Türkmenlere Osmanlı’nın yaptığı haksızlıklara dayanamıyor kurtuluşu Safevi Devletiyle bütünleşmekte buluyordu. Çevresine topladığı Türkmenlerle ayaklanarak Osmanlının Anadolu Valisi Karagöz Ahmet Paşa’yı yendi. Arkasından Karaman Ahmet Paşayı yendi. Veziri Azam Ali Paşa ile karşılaşıp ordusunu dağıttı. En ön safta savaştığından dolayı yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Bazı kaynaklar askerleriyle Şah İsmail’e ulaştığını ve onun bir devlette iki hükümdar olmaz gerekçesiyle kendisini ve getirdiği Türkmenleri öldürdüğünü söyleseler de bunlar yanlı kaynakların amaçlı saptırma uğraşlarıdır.
1512’de Osmanlının başına Yavuz Sultan Selim geçti. Safeviler en büyük tehlike olarak gördükleri Yavuz Sultan Selim’i tahta çıkar çıkmaz . Halife Rumlu Nur Ali’yi görevlendirip; Amasya, Tokat, Sivas ve Çorum’da Türkmenler ayaklandırıldı. Safevilerle Osmanlı bu olayların sonunda Çaldıran’ da karşı karşıya geldi.
Sayıca ve teknik olarak üstün Osmanlı ordusuna karşı, kendisine inançlı şahları uğruna canın fedaya hazır Türkmenler Osmanlı ordusunu sıkıştırdıysa da yenemediler.Osmanlı ordusu ise üç aylık bir yorgunluk ve Türkmenlere kılıç çekmek istemeyen Osmanlı Ordusundaki Türkmenlerin çekimserliği yüzünden Tebriz’e kadar ilerlemeden İstanbul’a döndü. Ordunun başında savaşan Şah İsmail, koluna isabet eden bir kurşunla yaralanıp attan düştü. Şah’ın subaylarından Sultan Ali, şah benim deyip askerleri yanıltarak Hızır adında bir askerin atıyla Şah İsmail ortadan uzaklaştırdı. Şahın Taçlı Hatun adlı eşi ve diğer yakınları Yavuz Sultan Selim’in eline geçti.
12 yaşından 27 yaşına kadar geçen 15 yıl içinde çeşitli başarılar kazanan genç, zeki ve yetenekli ama bir o kadar mağrur Şah İsmail hem karısının başına gelenler ve hem de Çaldıran yenilgisiyle kendisini içkiye ve şiire verdi. Sürekli takipler yüzünden her yıl başka bir şehre gitmek zorunda kalarak yaşamaya dayanamayıp 1524 ‘ün Mayıs ayında hakkın rahmetine yürüdü. Erdebil’de Şeyh Safiyyuddin türbesine gömüldü.

Olayı Azerbaycanlı H.Yusufov şöyle anlatmakta; ” Ölümünden bir ay kadar evvel yorgunluk hissetdiğinde ava çıhılır. O , sağalmak ümidiyle Şeki mahalline gelir çıhılır. Şahdağ’da av edir. Ona Şahdağ’da çok kadim zamanlardan kalmış birçok av hayvanlarının, vahşi at ıhlılarının olduğunu haber verimşlerdiler. Şah İsmayıl ava çıhmazdan evvel yerli ahali ona hemin yerde av etmeyin, Şahdağ’daki hayvanlar avlamağın sınağlı olduğunu, yahşi neticeler vermediğini bildirirler .Şah İsmayıl bu sözlere ehemmiyet vermir ve öz adamları ile çerge avı teşkil edir. Av şenliği kurtarar-kurtarmaz o, ağır şekilde hastalanır ve derhal Erdebil’e kaydırılır. Burda da onun halı yahşılaşmır. Telesik Tebriz’e yola düşerler. Yolda Sarab yakınlarındaki Mengutay adlı yerde hali o kadar ağırlaşır ki düşerge sarmalı olurlar. Hekimlerin sa’yi, muacilesi bir fayda vermir. Hükümdar şair 1524 ilde iyunun 23’de vefat edir. Cesedini Erdebil’e getirip Şeyh türbesi’nin yanına defn edilir.” (5)

Şah İsmail Hatayi ‘nin Şiirlerindeki Felsefi Öz Materyalizmdir

Büyük Batıni ozanı ve önderi Şah İsmail Hatayi Yunus Emre ve Azerbaycanlı şair Seyyid İmameddin Nesimi’nin etkisinde kalsa da onlardan farklı şiirleriyle siyasi düşüncelerinin propagandasını yapmış ve siyasi düşüncesini iktidara getirmiş bir insan olmasıyla ayrılır.
Önemli eserleri Hatayi Divan’ı, Dehname ( On Mektup) ve Nasihatname adlarında binlerce beyit ve dörtlükten oluşan büyük yapıtlar bıraktı. Şiirlerini öz Türkçe olarak hece ve aruz ölçüsünde yazar. Şiirlerinden bazı örnekler vererek, şiirlerin içindeki materyalist özü çözümlemeye çalışırsak;

Yer yoğ iken gök yoğ iken ta ezelden var idim
Gevherin yek danesinden ileru pergar idim

(Yer ve göğün varolmasından önce ben vardım
Tek cevher tanesinden çıkmış dönen bir pergel idim.)

Gevheri ab eyledim tuttu cihanı serbeser
İns ü cinni arş ü kürsi yaradan Settar idim

(Bu cevheri su eyledim, evreni baştan başa kapladı
Cinleri ve insanı,yeri ve göğü yaratan ben idim)

Girdim Adem donuna sırrımı kimse bilmedi
Men o Beytullah içinde ta ezelden var idim

( Adem kılığına girdim ama sırrını kimse öğrenmedi
Zaten ben o Tanrının evinde çok önceden beri oturuyordum)

Ol zamandan ben anın sırrını bilirdim ol benim
Anın için Hak ile hem sır idim esrar idim

( İşte o zamandan beri onun (Tanrının) sırrını biliyordum ki , o benim
Bu nedenle Hak ile sır içinde sır idim)

Ey Hatayi Hakkı bilüb tanımışam bigüman
Anın içün ol yarattı ben ana inkar idim

( Ey Hatayi kuşkusuz Hakkı bilmiş, tanmışım
Bunun için onun yarattığını ben inkar ettim)

Hayati bu şiirinde yerin ve göğün (evrenin) bir özmaddeden ( Gevher) oluştuğunu, ancak kendisinin bu özden de önce varolduğunu, ancak kendisinin bu özden de önce varolduğunu söylüyor. Sonra su oluşuyor; sudan da yer, gök ve canlılar oluşuyor. Bunları yaratan Settar (örtücü, bağışlayıcı Tanrı) ise, o benden başkası değil, demektedir. Bunu söylerken nasıl bunların hiçbirini ben yapamazsam, Tanrıya da bağlamamak gerek, çünkü evrenin bir öz maddesi vardır ve bu madde önce suyu oluşturmuştur. Hatayi kendisini, yani insanı Tanrı gösterirken, esrarı (gizemi) ortaya koyuyor; yaratılışı maddeye bağlayıp, akılcı ve temkinli bir biçimde konuda tanrısallığı yadsıyor.
Hatayi eski Yunan filozoflarından evrenin sudan oluştuğunu ileri süren Thales (İ.Ö. 625-547) ile ilk atomcu (özmaddeci) materyalist Demokritos’un (İ.Ö. 460-370) görüşlerini birleştirmiştir.Demokritos’un atomcu çizgisinde yer alan ilk materyalistlerden Sicilyalı Empedokles( İ.Ö. 490-430) ise, ‘Herşeyin temelinde, toprak, su, hava ve ateş vardır ve bütün cisimler bu dört kökün çeşitli birleşimlerinden oluşur’ diyordu.
Aynı şekilde Hatayi başka bir şiirinde (6)her şeyin kendisinde olduğunu söylerken, kendi yaratılışının özünü bu dört maddeye bağlıyor ama onunla kalmıyor:

Aşık isen gel beru gel can ü canan mendedir
Zahida sen kandesini ol nur-i iman mendedir

Mendedir hem yer ü göğün hikmeti vü kudreti
Ab ü ateş hak ü badı cümle yeksan mendedir
Zahida ağ u karaya bakma seni azdırır
As kulak dinle meni avaz-ı Kur’an mendedir

(.)
Ben Hatayi’yem okuram Şah’ımın vasfın müdam
Sıtk ile bel bağladım defter ü divan mendedir

( Eğer aşık, diyor Şah Hatayi, gel yaklaş ; seven ve sevilen ikisi de bende mevcuttur. Ey zahid (ibadet düşkünü) sen neredesin inanç ışığı da bendedir. Hem yerin göğün tüm gizemli bilgileri ve gücü bende su, ateş, toprak, yel ile cümlesi birleşmiştir. Dört kitabın cümlesini Kuran’da saklamış ve ezberlemişim. Ey din ve ibadet düşkünü, ağdan ve karadan (söz ve yazıyla) öğrendiklerine inanma onlar seni azdırır. Sen bana (insana) kulak ver, Kuran’ın sesi- sedası bendedir.)
Batıni şiirinde bu tür şiirlere devriye denir. Yine bir devriyede şunlar söylenmektedir;

Lamekan ilinden misafir geldim
Şu fena mülküne bastım kademe
(.)
Şu fena mülküne gelüb giderken
Sarvan olup binbir katar yederken
Yoğurup çamurum balçık ederken
Şeçerimle su taşıdım Adem’e

Adem’den ön Adem çok geldi gitti
Mülk sahibi bu cihanı halketti

(.)
Ben kıblemi kıblem beni bülübdür
Evliya enbiya andan olubdur
Ben bilürem anam benden gelübdür
Ol vakitte nikah kıydım babama
(.)

Ben obam içinde mekande iken
Muhammed’le bile mi’racda iken
Musa’yla doksan bin kelam iken
Doksan bin ilimi koydum abama
(.)

Ben obam içinde baki can idim
Ali idim din idim iman idim
Kendisi Hak idi ben zindan idim
Şimdi gelmiş sultan olmuş obama
(.)

Bu şiirde daha açıkça görüldüğü gibi, Lenin’in ‘diyalektik materyalizm ilkelerini çok güzel anlatan’ diye övdüğü, Batı Anadolulu filozof Heraklitos (İ.Ö.530-470) tarafından ortaya atılan materyalist ‘Değişim Teorisi’ işlenmiştir.Burada eti, kemiği ve kanıyla madde olan insanın, dönüşüm ve değişmelere uğrayarak yaşadığı yok olmadığı, materyalist gerçeğin tasavvuf diliyle anlatıldığını görmekteyiz. Şiiri kısaca açıklarsak;

(Ozan başta mekan ötesinde bir varlık görmekte kendisini, yani Tanrıdır. Bu sonsuzluktan konuk gelip, dünyaya ayak basıyor. Ama çeşitli biçimlere dönüşerek değişik işlevlerde bulunmaktadır.Bu devri bir kervan katarına benzetmektedir. Adem’in çamuruna kendisini katıp yoğurduğunu söylerken, bu gelenekçi söylenceyle alay etmekte. Çünkü arkasından ‘Adem ‘den ön adem çok geldi gitti’ diyerek, ilk insanın Adem olmadığını belirtiyor. Aynı dönüşüm içerisinde, veliler ve peygamberler de gelip gitmektedir. Bu değişimle anasının babası olabileceği gibi, ana-babasının nikahını kıyan da kendisidir. Muhammed’le Mirac’da, Musa ile Tur dağında bizzat söyleşip, bütün bilgileri abasının altına koymuştur, onları hocasına öğretecektir. Ve kendi dünyası içinde yokolmayan bir Can’dır (ruh ve maddenin yokolmazlığı birbirine karıştırılmış) Ali olmuş, din-iman olmuş ve Tanrı olmuşsa da kendinde vücut bulurken, zindana düşmüş gibidir. Ama şimdi artık dünyasının sultanıdır.)

Alevi-Bektaşi, yani Batıni edebiyatın kollarında , Hatayi’den verdiğimiz örneğin benzeri, dönüşümü-devri anlatan birçok şiir vardır. Bunların genel adı ‘devriye’ (dönüşüm-evrim)’dir. En güzel örneklerini Yunus, Nesimi, Hatayi , Şiri, Azmi, Harabi’de gördüğümüz ‘devriye’ türünü işlemeyen Batıni ozanı yoktur. Devriyeler içerisinde dinsel kavramların ve sözcülerin bulunmasından dolayı yukarıda görüldüğü gibi bu şiirlerin içeriğinde felsefi materyalizmden içerikler bulunmaktadır.
Bunu koyu Şii şeriatçı bir anlayışta olan ve İslam tasavvufu konusunda üstat olan Abdülbaki Gölpınarlı (7) bile kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu felsefenin çağına göre elbette idealizme yaslanan reenkarnasyon (bedenden bedene ruhun geçişi gibi) bilgi yetersizlikleri olsa da, enerjinin dönüşüm ilkesiyle biz bu geçişin ruhsal değil maddenin en küçük birimlerinin moleküllerinin , atomlarının yok olmayıp şekil değiştirerek canlıların yaşamında tekrar enerji olarak yaşam kaynağı sunması olduğunu bugün ayrıntısıyla bilinmekteyiz.

Şah İsmail Hatayi, dönemin nesnel ve siyasal koşulları içerisinde şiirlerini eğitim ve propaganda aracı olarak kullanan halk önderidir. Alman tarihçi Walter Hinz onu ‘İran milli devleti’nin kurucusu, Türk tarihçi Faruk Sümer’de ‘haneden devleti’ kurmakla suçlasa da, o belli bir felsefi düşünceyi dedesinin dedesi Şeyh Safiyuddin döneminden beri tüm halklara ve dinlere karşı saygılı , bu dinleri kendi felsefi görüşüne göre harmanlayıp ‘eşitlikçi Türkmen karındaş hukuku’nu Türkmenlerin Maniheizm (Budist-Hıristiyan) , Şaman ve Gök Tanrı dinleriyle; doğanın öğrettiği diyalektik yapı ile perçinleyerek felsefi bir düşünce, ütopik sosyalist bir bakış açısı oluşturmuştur. Elbet bu düşünce zorla Müslümanlaştırılmış tüm Batıni Türkmenlerde bulunmasına rağmen takiyye ve gizlilikle, tekkelere gizlenerek, cemaatsal ve bireysel kurtuluş örülmeye çalışılmıştır. Dedesi Safiyuddin bunu takiyeden kurtarmış, Şah İsmail ise Anadolu , Ortadoğu ve Hazar bölgesi Türkmenleri ile koca bir devlet kurmuştur. Elbette sapkınlık, kadın ve mal ortaklığı ile suçlanıp dedesinden beri tüm ailesi katliamlara uğrayan çok çileli bir yaşam geçirmiştir. Yaptığı bir çok mücadele ile 40 bin Türkmen’i ona yardım etmesin diye kıyan Yavuz Sultan Selim’den daha acımasız gibi gösterilip, tarihe acımasız bir kişilik olarak yansıtılarak, bugün tarihle olan bağlarımız kopartılmak istenmektedir. Elbette günümüzden bakınca sınıfçı ve diyalektik bir bakış açısı göremeyeceğimiz bir düşünce yapısı vardır. Ama unutulmasın Engels Ortaçağ köylü ayaklanmalarının, dinsel formasyon altında kendilerini göstermek zorunda olduğunu, ama ısrarla topraksız köylülerin ayaklanması olduğunu ve dinsel değil sınıfsal bir çıkış olduğunu vurgulamaktadır.
Hacı Bektaş düşüncesiyle yoğurduğu düşüncesinde Hz.Ali ve Hacı Bektaş dergahının normal sıradan bir kulu (üyesi) olmadan padişah olunmayacağının bilincinde olduğu şiirlerine yansıtmıştır. Darı ( Mahkeme) ile Tarık (yol, düşünce) sistemiyle , muhasiplik (kardeşlik, yoldaşlık,karındaşlık) ve on iki hizmet kurumlarıyla tamamıyla düşüncesini maddi yaşama bir cemaatten tüm devletin hukukuna geçiren, çağında diğer devletlerin savaş teknolojisini ve askeri gücünü geliştirirken bilim, sanat ve edebiyat’ta gelişim sağlamıştır. İran’da bugün hala o zaman yapılan kütüphaneler, okulları gezen insanların mimariye ve suların oluşturduğu ferahlatıcı doğal klimalı avlulara hayran kaldığı bu avlularda ellerinde kitapları ile öğrencilerin eğitim gördüğünü hayal ettiklerini batılı araştırmacılar dile getirmemektedir.

Yol kardeşi (müsahibi) Ali Mirza’nın Çaldıran Savaşında Şah İsmali’i kurtarmak için ölüşü onu o kadar duygulandırmış ve üzüntüye itmiştir ki kendisinin yaşaması o ölürken onda suçluluk duygusu yaratmaktadır. Çünkü o bir padişahtan çok sıradan bir insandır ve dostu ölmüştür. Kendisi de bu savaş sonrası büyük üzüntüler içinde çok genç yaşta ölmüştür. Musahiplik kavramı hem düşünce hem de maddi yaşam anlamında birbirine destek olan, birbirini Dar (halk mahkemesinde) savunan yaşamda denetleyen maddi olarak birlikte çalışan, üreten , ürettiklerini eşitçe paylaşan bir sosyal dayanışma sistemidir.
(…)
Cellatlar aralandı / Ciğerler yarelendi
Sultan Ali İmirza’m / Bu kavgada parelendi
(.)
Çöl olası Çaldıran / Altun kadeh dolduran
Hatay’im ağlar gezer / Muhasibim aldıran

Şah İsmali’in elbette nasıl yetiştirildiği, kendisine bu bilgi birikimini armağan eden ailesinin düşünce yapısı da çok önemlidir. Çünkü Şeyh Safiyuddin İshak’ın oğlu Şeyh Hoca Alaaddin Ali ‘nin (1392-1429) Timur’dan aldığı Alevi- Türkmenlerden otuz bin savaş tutsağını Anadolu’dan taşıdığı, Hacı Bektaş Veli öğretisiyle, Baba İlyas ve Şeyh – Bedrettin toplumsal başkaldırı geleneğini , Erdebil Dergahı çevresini etkisi altına almakta gecikmedi . Sofiyan-ı Rum (Anadolulu Sufiler) adıyla yerleşen bu topluluk, Erdebil’in katı Ortodoks (Sünni İslam) inanç sistemini parlayıp , Anadolu Aleviliği doğrultusuna yöneltilmiştir. İleride bir devlet kuracak olan çocuk Şah İsmail’i düşmanlarının elinden kaçırıp saklayarak, ölümden kurtaran bu insanların torunlarıdır.
Şeyh İbrahim’den (1429-1447) sonra oğlu Şeyh Cüneyd’in yedi yıllık Anadolu serüveninde (1449-1456) Alevi- Bektaşi boyları (Çepni ve Varsak Türkmenleri) arasındaki tüm kazanımların Erdebil’e taşınması , Şeyh Haydar’la (1470-1488) birlikte mücadele veren Şamlu, Ustaclu, Rumlu, Tekelü vb. Alevi aşiretlerinin Dedelerinin bağlı bulundukları Hacı Bektaş Veli’nin yol-yöntem ilkeleriyle onu yetiştirmiş olmaları, Karakoyunlu ve Akkoyunlu beylerinin Erdebil ve çevresinde siyasal amaçlı yağmaları Sünni ve Şii iki tarafın da taban tutmasını engellemiş tamamen bunlardan uzaklaşan halk ve Osmanlı’nın zulmüyle inleyen Anadolu’daki Türkmen topluluklar hızla etrafına toplanarak büyük bir devletin kurulması sağlanmıştır. Bu gün bile Şii ve Sünni kaynaklar Batıni’leri dinsiz, sapkın , kadın ve mal ortaklığı ile suçlayan bilgilerle doludur.
Şah İsmail farkı Karl Marx’ın ‘ Bugüne kadar filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde açıklamaktan başka bir şey yapmadılar’ diye tariflediği gibi kendisinden önce gelen sanatçılar ve ozanlar düşünceleri duygu ve estetik katarak yapıtlarına yansıtıp, açıklamakla yetinirken, o dünyayı değiştirmeye soyunmuştur.
Onun şiirlerinde yaptığı evreni değiştirme çabasına; üretim, tüketim, akıl ve sevgide , inançta ve insan ilişkilerinde yepyeni bir dünya yaratma çağrısına çalışan ve üreten ama ezilen tüm Anadolu insanı kulak verip Şamlu, Ustaclu, Rumlu, Tekeli, Afşar , Varsak , Kacar. aşiretleri yiğitleri, gazileri , alp erenleri; kadını, çocuğu ve yaşlısıyla bütün baskı , katliamlara rağmen yerlerini yurtlarını terk etmişlerdir. Bu gün silahlı Kürt aşiretlerinin yerleştirildiği Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da topraklarını bırakıp başka bir dünyanın mümkün olduğu bilinciyle şahlarına koşmuşlardır.

1
Aman hey erenler mürüvvet sizden
Öksüzem garibem amana geldim
Şu benim halime merhamet eyle
Ağlaya ağlaya meydana geldim

Şahın bahçesinde ben garip bülbül
Efkarım artmakta halim pek müşkül
Koparmadım asla kokladım bir gü
Kafir oldum ise imana geldim

Gönül şahinini saldım havaya
Akıl sefinesin vermişim zaya
Yüzüm süregeldim men hak-i paya
Server Muhammed’e Selman’a geldim

Muhammed Ali’nin kullarındanım
Al-i aba nesl-i Haydarındanım
İmam-ı Ca’fer’in mezhebindenim
Derdimend HATAYİ dermana geldim
(-Bazı kaynaklarda Pir Sultan olarak geçmektedir.)

2
Menim pirim Şah-ı Merdan Ali’dir
Sefiller carına yetenden meded
Şahadet parmağıyla bab-ı Hayberi
Hışm ile koparıp atandan meded

Onlar girer zahir batın donuna
Kuduretten hun karıştı ününe
Resul’ün önünde arslan donunda
Habibin uğrunda yatandan meded

Onlar idi zahir batın derilden
Bin bilirsen bir haber al bilirden
Yetmiş kere öldürüp de dirilden
Resul’ün destini tutandan meded

Cimcim’in haberin gergerden alan
Kul olup özünü pazara salan
Beşikte ejderha üstüne varan
Ağır yük bedeni çatandan meded

ŞAH HATAYİ’m müşkülümü kandıran
Bir bakışla devi yere bandıran
Üçyüz yıldan sonra nişan bildiren
Selman’a nergisi sunandan meded

3
Bugün mâtem günü geldi
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin
Senin derdin bağrım deldi
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Kerbelâ’nın önü yazı
Yüreğimden çıkmaz sızı
Yezîdler mi kırdı sizi
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Bizimle gelenler gelsün
Serini meydana koysun
Hüseyn ile şehid olsun
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Kerbelâ’nın yazıları
Şehid düştü gâzîleri
Fatma ana kuzuları
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Esti deli poyraz esti
Kâfir Mervân bizi bastı
Hüseyn’in başını kesti
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Kerbelâ’nın önü düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şah Kerbelâ’da yalnızdır
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Gökte yıldız paralandı
Şehribân ana karalandı
İmâm Hüseyn yaralandı
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

İmâm Hüseyn attan düştü
Kâfir gelüb kanın içti
Atı Medîne’ye kaçtı
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Bir su verin ma’sum cana
Yezîd içti kana kana
Fatma ana yana yana
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin

Kerbelâ’da biter yonca
Boyu uzun beli ince
ŞAH HATAYİ’m kasârınca
Âh Hüseyn ü vâh Hüseyin
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.110)

4
Erenler cemine her can giremez
Edep ile erkan yol olmayınca
Her kamberim diyen kamber olamaz
Şahın kanberine kul olmayınca

Arama uzakta vardır yakını
Gerçek olan talip bulur hakkını
Yüklemezler sana yolun yükünü
Bükülü kametin dal olmayınca

ŞAH HATAYİ m eder bu sırrı beyan
Kamil midir cahil sözüne uyan
Bir baştan ağlamak ömüre ziyan
İki baştan muhip yar olmayınca

5
Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiş
Kırmızı gül bitmeyince
Dertli bülbül ötmez imiş

Bülbül havastır ötmeye
Sarılıp güle yatmaya
Bahçevan gülün satmaya
Gül kadrini bilmez imiş

Bahçevan satma bu gülü
Haramdır parası pulu
Ağlatma sefil bülbülü
Gözyaşını silmez imiş

Bülbül güle hayran olur
Hayran olur seyran olur
Bazı insan hayvan olur
Hayvan adem olmaz imiş

Can HATAYİ’m ölmeyince
Tenim turap olmayınca
Dost dosttan ayrılmayınca
Dost kadrini bilmez imiş

6
Sofi Mezhebimin Nesin Sorarsın
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Gözlüye Gizli Yok Ya Sen Ne Dersin
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Eğnimize Kırmızılar Giyeriz
Halimizce Her Manadan Duyarız
Katarda İmam Cafer’e Uyarız
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Her Kimin Ki Çerağını Hak Yakar
Mümin Olanları Katara Çeker
Aslımız On İki İmama Çıkar
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Biz Tüccar Değiliz Alıp Satmayız
Erkan Gözetiriz Yoldan Sapmayız
Gönlümüz Ganidir Kibir Tutmayız
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Muhammed Ali’dir Kırkların Başı
Uralım Yezid’e Laneti Taşı
Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir Eşi
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Baharda Açılır Gonca Gülümüz
Ol Dergaha Doğru Gider Yolumuz
On İki İmam İsmin Okur Dilimiz
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

ŞAH HATAYİ’m Eydür Muhammed Ali
Onlardan Öğrendik Erkanı Yolu
Ali Muhammed’dir Muhammed Ali
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

7
Muhammed Ali’nin Aldım Elini
Hak Deyip Tuttuğum Elden Ayrılmam
On İki İmamın Tuttum Yolunu
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam

Mürşidin Nefesi Hak Nefesidir
Mürşid Sözün Tutmayanlar Asidir
Mürşidin Rızası Hak Rızasıdır
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam

Mürşidin Gittiği Veli Yoludur
Gitme Dediğine Gitmemelidir
Zahir Batın Muhammed Ve Ali’dir
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam

Hak Erenler Bir Araya Derilse
Cümle Aşıklara Nasip Verilse
Aşikare Hak Gözüyle Görülse
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam

ŞAH HATAYİ’m Hak Bil Tuttuğum Eli
Zahirde Batında Hak Gördü Seni
Gerçek Erenlerden Aldım Haberi
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam

8
Muhammed Ali’yi Candan Sevenler
Yorulup Yollarda Kalmaz İnşallah
İmam Hasan’ın Yüzün Görenler
Hüseyin’den Mahrum Olmaz İnşallah

İmam Zeynel’den Bir Dolu İçtim
İmam Bakır’da Kaynayıp Coştum
İmam Cafer’e Vardım Ulaştım
Bundan Özge Yola Sapmaz İnşallah

İmam Musa’dan Gelen Erenler
Can Baş Feda Edip Cemler Görenler
İmam Rıza’ya Zehir Verenler
Divanda Şefaat Bulmaz İnşallah

Bir Gün Olur Okuturlar Defteri
Şah Oğlunun Belindedir Teberi
Uyanırsa Taki Naki Askeri
Açılan Gülümüz Solmaz İnşallah

HATAYİ der bu iş bizi bitire
Özünü Kata Gör Ulu Katara
Mehdi Şevki Bu Cihanı Tutar
Şah Oğluna Sitem Olmaz İnşallah

9
Hü diyelim gerçeklerin demine
Gerçeklerin demi nurdan sayılır
On iki imam katarına uyanlar
Muhammed ali’ye yardan sayılır

Üç gün imiş şu dünyanın safası
Safasından artık olur cefası
Gerçek erenlerin nutku nefesi
Biri kırktır kırkı birden sayılır

İhlas ile gelen bu yoldan dönmez
Dost olan dostuna ikilik sanmaz
Eri hak görmeyen hakk’ı görmez
Gözü bakar amma körden sayılır

Gerçek aşık menzilinde durursa
Çerağ gibi yanıp yağı erirse
Eksikliği kendisinde bulunursa
O da erdir yine erden sayılır

ŞAH HATAYİM eder bağdad’dır vatan
İkilikten geçip birliğe yeten
Erenler yanında kıl ü kal tutan
Yolu dikenlidir hardan sayılır

10
Çok şükür minnet hüdaya
Dost yüzünü gördük bugün
Kurtulduk kal u beladan
Şad olup da güldük bugün

Dost dostun kus’runa kalmaz
Muhabbetin elden salmaz
Solmuş gülden koku gelmez
Dost gülünü derdik bugün

Bu ceme girmesin eğri
Yüreğimden çıkmaz ağrı
Gönderdik sılaya doğru
Gönül kuşun saldık bugün

ŞAH HATAYİ’m şaha düştük
Gam yükün menzile saçtık
Dost elinden dolu içtik
Mesti hayran olduk bugün

11
Serseri Girme Meydana
Aşık, Senden Yol İsterler
Kallaş İle Oturmadın
İman Ehli Kul İsterler

Bu Yola Giren Oturmaz
Hak Söze Hile Katılmaz
Bunda Hiç Hile Satılmaz
Cevherinden Pul İsterler

Bir Kılı Bin Pare Eder
Bu Yolu İhtiyar Eder
Şah’ım Bir Yol Kurmuş Gider
Yol İçinde Yol İsterler

Şah Hatayi Der Neylersin
Her Müşkili Hal Eylersin
Ansın Çiçek Derersin
Yarın Senden Gül İsterler

Serime Bir Sevda Geldi
Muhammed Ali’den Beri
Yandı Vücudum Kül Oldu
Ta Kalubeli’den Beri

Ali’nin Fatma Kanber’i
Hırka Tutunur Önleri
Severim On İk’imam’ları
Atası Pirimden Beri

Hasan’la Hüseyin’i Sevdim
İkrarım Onlara Verdim
Kafirleri Bütün Kırdım
Halil-Ür-Rahman’dan Beri

Zeynelabidin Yolları
Açılır Gonca Gülleri
Bakır İmamlar Serveri
Severim Soyundan Beri

Muhammed Dünyaya Geldi
Şu Alem Nur İle Doldu
Hacem İmam Cafer Oldu
Okuram Kur’an’dan Beri

Musahibim Musa Kazım
Rıza’ya Bağlıdır Özüm
Kolumda Şahinim Bazım
Beslerim Zamandan Beri

Taki’den Etek Tutmuşam
Naki Sırrına Yetmişem
Askeri’den Mey İçmişem
Sarhoşum Zamandan Beri

İkrarım Bendi Boşandı
İndi Türaba Döşendi
Mehdi’den Kılıç Kuşandı
Bilirem Zamandan Beri

ŞAH HATAYİ’m Hakk’a Yalvar
Sevdiğim Ali’dir Server
Sorarlarsa Bizi Erler
Gelirem Divandan Beri

12
Gaibden delil göründün
Dedem hoşgeldin hoşgeldin
Bizi sevip sevindirdi
Dedem hoşgeldin hoşgeldin

İki can idik birleştik
Muhabbet kapısın açtık
Şükür didara eriştik
Dedem hoşgeldin hoşgeldin

Üstümüze yol uğrattın
Gevher aldın gevher sattın
Erliğini ispat ettin
Dedem hoşgeldin hoşgeldin

Bir ağaçta güller biter
Dalında bülbüller öter
Şahıma bergüzar gider
Dedem hoşgeldin hoşgeldin

Böyle ŞAH HATAYİ’m böyle
Pirim destur versin söyle
Şaha benden niyaz eyle
Dedem hoşgeldin hoşgeldin
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.109)

13
Şu âleme bir nûr doğdu
Muhammed doğduğu gece
Yeşil kandilden nûr indi
Muhammed doğduğu gece

Muhammed anadan düştü
Kâfirler aklı şaştı
Bin kilise yere geçti
Muhammed doğduğu gece

Anda göbeği kesildi
Gözüne sürme çekildi
İsmi Muhammed okundu
Muhammed doğduğu gece

Ağlayan uşak avındı
Doğuran ana sevindi
Kâfirler îmâna geldi
Muhammed doğduğu gece

Hûri kızları geldiler
Muhammed dinin sordular
Nurdan kundağa sardılar
Muhammed doğduğu gece

Muhammed kalktı oturdu
Ali hizmetin yetürdü
Yer gök salavât getürdü
Muhammed doğduğu gece

Melekler hâzır hepisi
Doldu Muhammed tapusu
Açıldı cennet kapusu
Muhammed doğduğu gece

ŞAH HATAYİ’m der dervişler
Sağ olsun cümle kardeşler
Secdeye indi ağaçlar
Muhammed doğduğu gece
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.98)

14
Gel Ali’m yola gidelim
Ali’m kendi yolu ile
Açlar doyar susuz kanar
Leblerinin balı ile

Ali’m bana neler etti
Aldı elim dâra çekti
Üstüme yürüyüş etti
Elindeki dolu ile

İçilmez dolu içilmez
Sevgili dosttan geçilmez
İkisi birdir seçilmez
Has bağçenin gülü ile

Aşı urur devrân döner
Kuş budağa bir dem konar
Doldurmuş dolusun sunar
Ali’m kendi eli ile

Erenler lokması nurdur
Lokmaya elini sundur
ŞAH HATAYİ’m doğru yoldur
Ali’m kendi yolu ile
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.100)

15
Bir nefescik söyliyeyim
Dinlemezsen neyleyeyim
Aşk deryâsın boylayayım
Ummâna dalmağa geldim

Aşk harmanında savruldum
Hem elendim hem yuğruldum
Kazana girdim kavruldum
Meydâna yenmeğe geldim

Ben Hakk’la oldum âşinâ
Kalmadı gönlümde nesne
Pervâneyem âteşine
Şem’ine yanmağa geldim

Ben Hakk’ın kemter kuluyam
Kem damarlardan berîyem
Ayn-ı cemin bülbülüyem
Meydâna ötmeğe geldim

ŞAH HATAYİ’dir özümde
Hiç hilâf yoktur sözümde
Eksiklik kendi özümde
Dârına durmağa geldim
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.108)

16
Kudret kandilinde parlayup duran
Muhammed Ali’nin nûrudur vallah
Zuhûra gelüp de küffârı kıran
Elinde Zülfikar Ali’dir billâh

Elinde Zülfilar altında Düldül
Önünde Kanber’i dilleri bülbül
Hazret-i Fâtıma cennette bir gül
Anı Ali’ye Verdi Habîbullah

Zuhûra geldiler Hasan Hüseyin
Anların nûrundan ziyâlandı din
Kırklara buluştu Zeynelâbidin
Tutarız yasını hasbeten lillâh

Muhammed Bâkır’dan Ca’fer-i Sâdık
Şâhım Mûsa Kâzım Rızâ’yı dedik
Tarikat eliyle cismimiz yuduk
Hak dedi mü’minin kalbi Beytullah

Takî, Nakî on iki imam cânı
Hasen-i Askerî Cem’in sultânı
Elinde hucceti sâhib zamânı
Sıdk ile dileriz gönderir Allah

HATAYİ’m teslim et özün üstâza
Elinde Zülfikâr hem ehl-i gazâ
Bin bir dondan baş gösterdi Murtezâ
Bir mürşid belinden geldik eyvallah
(KAYNAK: Sadeddin Nüzhet Ergun,Şah İsmaili Safevi Hayatı-Deyişleri,1946,sf.58)

17
Serime bir sevda geldi
Muhammed Ali’den beru
Yandı vücûdum kül oldu
Tâ Kalûbelîden beru

Ali’nin Fatma Kanber’i
Hırka tutunur önleri
Severim on iki imâmı
Atası pîrimden beru

Hasen’le Hüseyn’i sevdim
İkrârım anlara verdim
Kâfirlerin bütün kırdım
Halîl’ür-Rahmân’dan beru

Zeynelâbidin yolları
Açılur gonca gülleri
Bâkır imâmlar serveri
Severim soyundan beru

Muhammed dünyâya geldi
Şu âlem nûr ile doldu
Hâcem İmam-ı Câfer’i
Okuram Kur’an’dan beru

Musâhibim Mûsâ Kâzım
Rızâ’ya bağlıdır özüm
Kolumda şâhinim bazım
Beslerim zamandan beru

Takî’den etek tutmuşam
Nakî sırrına yetmişem
Askerî’den mey içmişem
Sarhoşam zamandan beru

İkrârın bendi boşandı
İndi türâba döşendi
Mehdî’den kılıç kuşandı
Bilürem zamandan beru

Şah Hatâyî’m Hakk’a yalvar
Sevdiğim Ali’dir server
Sorarlarsa bizi erler
Gelürem dîvandan beru
(KAYNAK:http://www.zulfikaralevibektasi.com/)

18
Gazîler bu yola riyâla girmen
Yarın anda kıl köprüler kurulur
Hakk kadıdır Muhammed şefâatçi
Cümle mahlûk gelüb onda derilür

Cennet cehennemde mevcuddur ânlar
Od ile türâbdan biçilür donlar
Rehberi emrinde olmayan cânlar
Yüzü dönmüş cehenneme sürülür

Gördüm deyen göze miller çekerler
Ayakaltına kızgın saç dökerler
Münkir olanları od’a yakarlar
Mü’minin günâhı bunda sorulur

Her halîfe sancağın çeker gelür
Özün tanıyanlar mürşîdin bulur
Yol gözedir hûri kızları alur
Varır onda obasına derilür

Yol oğlundan bağçenizi sakınman
Yen yedirin yemişiniz koruman
Musâhibsiz yedi adım yürümen
Musâhibi olmayan anda yorulur

Şah Hatâyî tâ ezelden ahdlıdır
Yol oğlu yol yıksa hem günâhlıdır
İkrâr ehli olan cennet ehlidir
İnkâr olanın günâhı sorulur

19

Levlake levlak buyurdu Muhammed’in şanına,
Ey Mervan pek susadın Ali evladının kanına,
Günde yüz bin kere lanet olsun senin canına;
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Muhammed’i davet etti kendi öz hanesine,
Günde bin köle azat ederdi bir Hakk’ın rızasına,
Kün dedi karar kıldı yerin gögün binasına,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Yaratıcı tek Allah’tır ona yoktur gümanım;
Senden güman edeninn şeksiz yoktur imanı,
Sen sana getirdin ol velilik fermanı,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkânı H.H.Bektaş Veli!

Şeriatta ilim kapısı, hakikat da iki cihan serveri,
Muhammed Mustafa Hakk’a yakınlıkta onun ile söyleşti,
O’ndan başka yoktu onun nutkun ondan dinledi,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Muhammed Imam Hasan’ı aldı dizine öptü ağzını,
Imam Hüseyin coşa geldi öptürdü boğazını,
Imam Zeynel hakkı için kabul et niyazımızı,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Muhammed Bakır’a nida geldi Hakktan hidayet olunca,
Taş kalpler erir Hakkın nurunu görünce,
Imam Cafer ilim deryasına dalınca,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkânı H.H.Bektaş Veli!

Musayı Kazim razıdır Hakk’la olan rızaya,
Mümin olan razıdır Hakk’tan gelen kazaya;
Üzüm ile ağu verdiler Imam Rıza’ya,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Muhammed Takidir tarikatın binası,
Aliyyel el Nakidir müminlerin aynası,
Mümine ahiretin verdi münafıka dünyası,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkânı H.H.Bektaş Veli!

Hasan-ül Askeri ol Mehdi’nin atası,
Nuh-u helak eden ol tufanın deryası,
Yerin göğün arşın kürsün atası,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Ey Hatai, sil gönlünün sarayını sultan gelsin konmaya,
Sen seni hak bilki cismin oda yanmaya,
Öyle bir sultan sev ki meyli dünyada olmaya,
Ey evliyalar madeni setdarım sırrım Ali,
Müminlerin yolu erkanı H.H.Bektaş Veli!

Mehmet Özgür Ersan

Dipnotlar:
1) Eski Türklerde sözlü edebiyatın masal anlatıcılarına verilen ad.
2) Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu Mehmet Yaman şu kaynaklardan aktarıyor; Safevilerin Kökenine Dair Mirza Abbaslı / John E. Woods Akkoyunlular Milliyet 1993 / mezhepler ve Tarikatlar Tarihi Enver Sehnan Şapolyo İstanbul 1964
3) Mirza Muhammed Ali Terbiyet’in Danişmendan-ı Azerbaycan’ndan aktaran , Safevilerin Kökenine Dair/ Mirza Abbaslı
4) Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu Mehmet Yaman İstanbul 1994 s.33 de Abbaslı age eserinden aktarıyor.
5) Şah İsmayıl Hatayi Geçme Namerd Köprüsünden, Şerler ve Poemalar Baki Yazıcı 1988 s.10-11
6) Sadedin Nüzhet Ergun, Hatayi Divanı, s.164 no.166
7) Abdülbaki Gölpınarlı, Alevi ? Bektaşi Nefesleri İstanbul 1963 s.63-82

Kaynak:
1. Osmanlı Tarihi ,Ord.Prof.Dr İsmail Hakkı Uzunçarşılı
2. İslam Ansiklopedisi Safeviler Tahsin Yazıcı
3. İslam Ansiklopedisi, Kızılbaşlık ,Abdülbami Gölpınarlı
4. Safevi Devletinin Kuruluşu , Prof.Dr. Faruk Sümer
5. Şah İsmail Hatayi İbrahim Arslanoğlu Der Yayınları İstanbul 1992
6. Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu Mehmet Yaman İstanbul 1994
7. Görmediğim Tanrıya Tapmam (Alevilik-Kzılbaşlık ve Materyalizm) , İsmali Kaygusuz ,Alev Yayınları Ağustos 1996